Ben sık sık rüya görürüm. Rüyamda uzun bir yola gidiyorum. Yaşım yedi sanırım. Disiplinli bir dede. İlk büyük erkek torun olduğum için beni çok seven, hatta üzerime titreyen bir babaanne. Babamdan önce vefat eden beş kardeşten sonra, evin tek erkeği olan babam. On beş yaşında kendileri çocuk yaşta küçük evlendirilen Annem ve iki yaş annemden büyük babam.
Biz üç kardeştik; Ablam ben ve küçük erkek kardeşimden oluşan bir aile. Saatli oyun, saatli ders, saatli uyku. Dedem kahvedeyken zaman zaman dinledigimiz radyomuz. Yaramaz, yaramaz olduğu kadar da yumuşacık yürekli ama aşırı yaramazlık yapan biri olarak kendimi hatırlıyorum. Aynı zamanda da iyilik sever. Komşulara yardım eden, bakkala koşa koşa ekmek almaya giden, elleri dolu olduğu için pazardan gelirken yolda, yorulan insanların poşetleri taşıyıp evlerine kadar götüren biriydim.
Yaramazlık yapınca suçluluk duygusu ile gece sessiz sessiz ağlardım. Evdekiler duymasın diye. O zamanlar sobalı olan evimizdeki koca sobayı devirdiğimi. Uyurken annemin yüzünü boyadığımı. Tamir ediyorum diye evdeki elektriklii tüm eşyaları bozduğumu da saymazsak uslu bir çocuk sayılabilirdim. En büyük zevklerimden biri de, kim kırarsa kırsın. Kırılan cam’ı ben sahiplenmemdi. Ben kırdım der çıkardım börürlene börürlene.
Bir gün evden çıkmadığım zaman da bile, topla atılıp kırılan çam için. Kapımıza geldilerinde. Anneme oğlun camımızı kırmış dedikleri zaman, oğlum evden hiç çıkmadı ki nasıl kırar dediğinde. Çıkıp ben kırdım, ben kırdım dediğim zaman annem saçını başını yoluyordu. Sanki bana madalya vereceklermiş gibi. Her yaramazlığa sahip cıkmam. Arkadaşlarımı korumam. İleride lider olacağımın bir göstergesiydi sanırım.
Ama dedem öyle düşünmezdi. Yer sofrasında ben bağdaş kuramadığın için, sürekli ayak degiştirişime kızar, kafama tahta kaşıkla vururdu. Yaramazlık yapmasını biliyorsun ama oturmasını bilmiyorsun derdi bana rahmetli dedem. Dedemin lafına, laf vermek ne haddimize. Dediği dediktir. İyiliğine iyi mert ama aksi bir ihtiyardı.
Tüm mahallede komşularımız da çekinir saygı gösterirlerdi. Kısacası şimdikilerin dediği gibi, ağır abi idi dedem. Onun içinde Bulgaristan'da, faşist askeri diktaya karşı ve işçi-köylü hükümeti, adına yapılan eylül ayaklanmasına karşı mücadele etmiş, savaş vermiş sonra da, Türkiye’ye kacak yollardan gelen biri. Nur içinde yatsın. Ha bak unuttum . Akşam oldu mu, yemek zamanı herkes evde hazır olmalıydı. Yoksa aç kalırdık. Babam da dahil buna. Ben annemin, dedem yattıktan sonra babama gizli gizli yemek götürdüğünü iyi hatırlarım.
Yine ben; Kedileri naylon torbadan yaptığımız paraşütlerle, yüksek ağacalara cıkar atardım. Sokaklarda salyangozları toplayıp konserve kutularında pişirip, bizden küçük çocuklara yedirmek gibi aşçılığımda vardı. Mahallemizde mısır ekilmiş yerlerde, büyümüş mısırları kırar sonra da pişirmek için dev ateşler yakıp yangınlar çıkarırdık. Giysilerimiz, üstümüz başımız is içinde eve geldiğimizde annemizden az mı azar işitmedik. Annemin bize azarlamazı bile zordu aslında. Babaannem varken olağan dışıdır ki, zavallı annem sever gibi yapar ya da yıkarken koluma çimdik atardı hırsından. Sakın sesini çıkarma diye tenbihlerdi de.
Geceleri toplu saklambaç mı oynardık. Kızlı erkekli komşu çocukları ile. Unutamadığım komsu kızlarıyla evlicilik oyunları oynar Anneme yakalanır sonra da ceza olarak kilere kapatırıldım. Yakan topta az mı kız kızartmadık. Salıncaklara takla attıracağız derken azmı elimizi kolumuz kırmadık.
Ablamın yanağına kuşlastikle portakal kabuğu atıp ne cok ağlatmıştım. Çok utanıyorum aklıma gelince ama. Ablamın bana kurduğu tuzaklara rağmen hayatta kaldığım yıllardı.
Hatta bi gün babam bana sırf istiyorum diye; Çekiç, çivi, sandık tahtaları almıştı. Onunla ben boya sandığı yapmış, tahta takunyadan ayak yeri koyarak hazır hale getirmiştim. Sonra da soba kurumu ile boya yapıp. Elbise fırca ile ayakkabı boyacılığı bile yapmak için. Sandığı kardeşimin sırtına yükleyip giderken dede’me yakalandık. İki şamar atıp bizi eve gönderirken, dedemin arkadaşları kendisine. Allah Allah arkadaş ne istedin o şoparlardan demelerine, dedem onlar benim torunlar demesine sonradan ne gülmüştük.
Hehe ne günlerdi ya.
Babam, Annem ablam ben ayakkabı almak için gittiğimiz vitrinde. Beğendiğim sünnet ayakkabım alınmadığı için ağlayıp. Ailemin yanından uzaklaşınça da kaybolmuştum bile. Sonra beni bulanlar evime getirip teslim edip. Ağlamam önce karnımı doyurup. Sonrada elime iki pinpon raketi ile topunu da verdiler. Sonra babama dönüp, çocuğuna neden sahip cıkmıyorsunuz, yani kötü birilerinin eline geçse iyi olur mu diye de cıkışmaları vardı ki, ben azarı çoktam hak etmiştim bile.
Daha bitmedi ama. Sünnet düğününde sünnetçiden kaçmam, ağlamak sızlamam ve en güvendiği kişi olan komşumuzun beni kandırması sonucu sünnet olmam, bundan sonra kimseye güvenmeyeceğim demem.
Oooo nerden nereye ; En güzel anılarımdan biri de. Dedemle balığa gitmek. dedemin bi türlü balık tutmayı becerememesi üzerine isyan etmem. Dedemin derenin ortasına oturması ve 'popa ıslanmadan balık tutulmazmış belki şimdi tutarız' demesi ile gidip dedemin yanına oturmam ama yine balık tutamamamız.
Çocukluğum Fransız Devrimi gibi asi tarihimdir benim; Çocukluğuma gömülmeliyim bugün. Bazen çocukluğuma karşı çok kuvvetli bir özlem duyuyorum. Nostalji falan değil çok daha başka birşey, sanki çocukluğumdaki ben farklı biriyim ve o çocuğu özlüyorum. Anneler gününde anneme yazdığım şiirler. Geleceğimde şair ve yazar olmak varmış gibi. İşte gördüğüm, sık sık gördüğüm, beni etkileyen rüyamdı çocukluğum. Ben rüya diyorum ama tüm bunlar gerçek yaşamımdan acı ve tatlı birer kesittir.
Hikmet Metin Çavdar- 15.07.2011
Bağdaş kurmak:derviş oturması da denebilir. Günümüzde çok da kullanım alanı yoktur. Bazı kafelerin şark köşelerinde bu tür bir oturma yapılabilir ayakkabılar çıkarılırsa. uludağ sözlük.
Şopar: romen, çingene denmesine kızan, kendinden bekleneni yapamadığında "a be şopardan ne beklersin?" diye kendini savunan, yarın kaygısı olmayan, günlük yaşayan insan ırkı. uludağ sözlük.
Takunya: Hamam gibi zemini ıslak yerlerde kullanılan, ağaçtan yapılmış bir tür terlik, nalın. uludağ sözlük.
Hikmet Metin Çavdar
Biz üç kardeştik; Ablam ben ve küçük erkek kardeşimden oluşan bir aile. Saatli oyun, saatli ders, saatli uyku. Dedem kahvedeyken zaman zaman dinledigimiz radyomuz. Yaramaz, yaramaz olduğu kadar da yumuşacık yürekli ama aşırı yaramazlık yapan biri olarak kendimi hatırlıyorum. Aynı zamanda da iyilik sever. Komşulara yardım eden, bakkala koşa koşa ekmek almaya giden, elleri dolu olduğu için pazardan gelirken yolda, yorulan insanların poşetleri taşıyıp evlerine kadar götüren biriydim.
Yaramazlık yapınca suçluluk duygusu ile gece sessiz sessiz ağlardım. Evdekiler duymasın diye. O zamanlar sobalı olan evimizdeki koca sobayı devirdiğimi. Uyurken annemin yüzünü boyadığımı. Tamir ediyorum diye evdeki elektriklii tüm eşyaları bozduğumu da saymazsak uslu bir çocuk sayılabilirdim. En büyük zevklerimden biri de, kim kırarsa kırsın. Kırılan cam’ı ben sahiplenmemdi. Ben kırdım der çıkardım börürlene börürlene.
Bir gün evden çıkmadığım zaman da bile, topla atılıp kırılan çam için. Kapımıza geldilerinde. Anneme oğlun camımızı kırmış dedikleri zaman, oğlum evden hiç çıkmadı ki nasıl kırar dediğinde. Çıkıp ben kırdım, ben kırdım dediğim zaman annem saçını başını yoluyordu. Sanki bana madalya vereceklermiş gibi. Her yaramazlığa sahip cıkmam. Arkadaşlarımı korumam. İleride lider olacağımın bir göstergesiydi sanırım.
Ama dedem öyle düşünmezdi. Yer sofrasında ben bağdaş kuramadığın için, sürekli ayak degiştirişime kızar, kafama tahta kaşıkla vururdu. Yaramazlık yapmasını biliyorsun ama oturmasını bilmiyorsun derdi bana rahmetli dedem. Dedemin lafına, laf vermek ne haddimize. Dediği dediktir. İyiliğine iyi mert ama aksi bir ihtiyardı.
Tüm mahallede komşularımız da çekinir saygı gösterirlerdi. Kısacası şimdikilerin dediği gibi, ağır abi idi dedem. Onun içinde Bulgaristan'da, faşist askeri diktaya karşı ve işçi-köylü hükümeti, adına yapılan eylül ayaklanmasına karşı mücadele etmiş, savaş vermiş sonra da, Türkiye’ye kacak yollardan gelen biri. Nur içinde yatsın. Ha bak unuttum . Akşam oldu mu, yemek zamanı herkes evde hazır olmalıydı. Yoksa aç kalırdık. Babam da dahil buna. Ben annemin, dedem yattıktan sonra babama gizli gizli yemek götürdüğünü iyi hatırlarım.
Yine ben; Kedileri naylon torbadan yaptığımız paraşütlerle, yüksek ağacalara cıkar atardım. Sokaklarda salyangozları toplayıp konserve kutularında pişirip, bizden küçük çocuklara yedirmek gibi aşçılığımda vardı. Mahallemizde mısır ekilmiş yerlerde, büyümüş mısırları kırar sonra da pişirmek için dev ateşler yakıp yangınlar çıkarırdık. Giysilerimiz, üstümüz başımız is içinde eve geldiğimizde annemizden az mı azar işitmedik. Annemin bize azarlamazı bile zordu aslında. Babaannem varken olağan dışıdır ki, zavallı annem sever gibi yapar ya da yıkarken koluma çimdik atardı hırsından. Sakın sesini çıkarma diye tenbihlerdi de.
Geceleri toplu saklambaç mı oynardık. Kızlı erkekli komşu çocukları ile. Unutamadığım komsu kızlarıyla evlicilik oyunları oynar Anneme yakalanır sonra da ceza olarak kilere kapatırıldım. Yakan topta az mı kız kızartmadık. Salıncaklara takla attıracağız derken azmı elimizi kolumuz kırmadık.
Ablamın yanağına kuşlastikle portakal kabuğu atıp ne cok ağlatmıştım. Çok utanıyorum aklıma gelince ama. Ablamın bana kurduğu tuzaklara rağmen hayatta kaldığım yıllardı.
Hatta bi gün babam bana sırf istiyorum diye; Çekiç, çivi, sandık tahtaları almıştı. Onunla ben boya sandığı yapmış, tahta takunyadan ayak yeri koyarak hazır hale getirmiştim. Sonra da soba kurumu ile boya yapıp. Elbise fırca ile ayakkabı boyacılığı bile yapmak için. Sandığı kardeşimin sırtına yükleyip giderken dede’me yakalandık. İki şamar atıp bizi eve gönderirken, dedemin arkadaşları kendisine. Allah Allah arkadaş ne istedin o şoparlardan demelerine, dedem onlar benim torunlar demesine sonradan ne gülmüştük.
Hehe ne günlerdi ya.
Babam, Annem ablam ben ayakkabı almak için gittiğimiz vitrinde. Beğendiğim sünnet ayakkabım alınmadığı için ağlayıp. Ailemin yanından uzaklaşınça da kaybolmuştum bile. Sonra beni bulanlar evime getirip teslim edip. Ağlamam önce karnımı doyurup. Sonrada elime iki pinpon raketi ile topunu da verdiler. Sonra babama dönüp, çocuğuna neden sahip cıkmıyorsunuz, yani kötü birilerinin eline geçse iyi olur mu diye de cıkışmaları vardı ki, ben azarı çoktam hak etmiştim bile.
Daha bitmedi ama. Sünnet düğününde sünnetçiden kaçmam, ağlamak sızlamam ve en güvendiği kişi olan komşumuzun beni kandırması sonucu sünnet olmam, bundan sonra kimseye güvenmeyeceğim demem.
Oooo nerden nereye ; En güzel anılarımdan biri de. Dedemle balığa gitmek. dedemin bi türlü balık tutmayı becerememesi üzerine isyan etmem. Dedemin derenin ortasına oturması ve 'popa ıslanmadan balık tutulmazmış belki şimdi tutarız' demesi ile gidip dedemin yanına oturmam ama yine balık tutamamamız.
Çocukluğum Fransız Devrimi gibi asi tarihimdir benim; Çocukluğuma gömülmeliyim bugün. Bazen çocukluğuma karşı çok kuvvetli bir özlem duyuyorum. Nostalji falan değil çok daha başka birşey, sanki çocukluğumdaki ben farklı biriyim ve o çocuğu özlüyorum. Anneler gününde anneme yazdığım şiirler. Geleceğimde şair ve yazar olmak varmış gibi. İşte gördüğüm, sık sık gördüğüm, beni etkileyen rüyamdı çocukluğum. Ben rüya diyorum ama tüm bunlar gerçek yaşamımdan acı ve tatlı birer kesittir.
Hikmet Metin Çavdar- 15.07.2011
Bağdaş kurmak:derviş oturması da denebilir. Günümüzde çok da kullanım alanı yoktur. Bazı kafelerin şark köşelerinde bu tür bir oturma yapılabilir ayakkabılar çıkarılırsa. uludağ sözlük.
Şopar: romen, çingene denmesine kızan, kendinden bekleneni yapamadığında "a be şopardan ne beklersin?" diye kendini savunan, yarın kaygısı olmayan, günlük yaşayan insan ırkı. uludağ sözlük.
Takunya: Hamam gibi zemini ıslak yerlerde kullanılan, ağaçtan yapılmış bir tür terlik, nalın. uludağ sözlük.
Hikmet Metin Çavdar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder